
Sen, Ben, O…
Zerreden oluşan ve dünyaya ulaşan insan her gün yeniden doğar. Beden kendini yenileyen hücrelerle yaşamını idame ettirirken, zihin yolculuğu istasyon biriktirir hat boyunca. Tüm yolculukta ruhu inenleri, binenleri selamlayan hem kondüktör hem vatman gibidir. Vagonda taşıdığı yükleri aldığı yerden bırakacağı ana kadar sarıp sarmalamayı iyi bilir. Yolculuğun başı ve sonu, yolu ve yolcuları son gün son nefesle netlik kazanır. Bir yerden bir yere göçerken yaşanılan duygularla ısınır, ıslanır, hüzünlenir can bulur bu beden.
Peki nasıl başlar?
Sanırsın mahşer yeri; ağrılar, sancılar, kanlar sonra acı bir çığlık ve derin bir nefes. Cennet kokulu bir can hayat bulur. Ruhun bedene bürünmüş tezahürü, adını alır. Yaşam yolunda son nefes durağına doğru yola çıkar.
İlk zamanlar mahmurdur, uykuludur. Geçtiği duraklar, acısıyla tatlısıyla deneyimlediği anlar oradan oraya savrulan bedeninde izler bırakır. Belki bir kısmı birikir bedeninde, yer tutar. Gördüğü, yediği, duyduğu kar kalır yanına.
Kuş misali “Çıkardığım ilk sesler benim mi?” diye hayrete düşen bu beden gün gelir kürsülerde, yüksek mevkilerde ses getirir. İncecik parmaklar belki hamur yoğurur belki keman telinde gezinir. Kah ruhu, kah alemi doyurur.
An gelir dünyada sadece bir tek o varmış gibi gelir insana. Belki her şey yanlış bir tek o doğru gibi hisseder, asileşir; kan deli akar damarında. Cesareti tavan yapar hücrelerinde. Yaparım ,koşarım hatta uçarım bile derken bulur kendini.
Sonra zaman geçer fark eder ki yaptığı bir şey onu çok mutlu ediyor; zamanı, mekanı unutturuyor, kendini gerçekleştirmesine fırsat veriyor. Ve hayata atar imzasını. Sesi, yazdığı, burada bıraktığı ne varsa o gitse de devrolacaktır yeni gelene.
İşte o andan sonra tüm yaşanılanın sebebi çıkar ortaya. Sonsuz ve sınırsız bu yaşamda bir zerreden bütüne katılan bir çeşni olduğunu, büyük planın tam da olması gerektiği gibi bir parçası olduğunu anlar insan.
Sosyal Medya